Osmanlı padişahlarına olan sevgi ve hürmetin, eski yıllara göre arttığı bir zaman dilimindeyiz elhamdulillah. Düşünün lütfen, hangi mantık sizi padişah türbelerine gitmekten alıkoyabilir. Hangi zihniyet türbe kapılarına asma kilit taktırır. Hangi zihniyet ezandan rahatsız olur da, aslını terk ettirir. Bunları yaşadı bu ülke. Binlerce sarıklı mücahidi astılar, şapka takmadıkları için bir şehri bombalattılar bu ülkede.
Ama ne yaptılarsa silemediler bu milletin gönlünden Osmanlı sevgisini. Silemeyeceklerde. Bugün yoldan beş-on kişiyi çevirseniz ve sorsanız, size en azından bir Kanuni, bir Abdülhamid, bir Fatih diyecektir. Alimler diyor ki, "Men Zahle sultana vilayetini, La Zahle sultanı faziletini", "Osmanlı padişahları vilayetlerin sultanlığını kaybetmiş olabilir ama Gönüller’in sultanlığında yerleri bakidir."

Sultan Üçüncü Murad Han ihtişamlı kaftanlar giyerdi. Dedesi Kanuni Sultan Süleyman gibi. Vefat ettiğinde yıkamak için sırtını açtıklarında kocaman boyutlarda nasırlar gördüler. Padişahın bu nasırlar ile yürümesi bile mümkün değildi. Sırrını müsahibi anlattı. Hünkârım Hz Peyganbere âşıktı. Efendimizin keçi kılından yapılmıış bir hırkası vardı. Padişah Efendimiz de Resulullah’a benzemek için aynı hırkadan kendine yaptırmıştı. Hırka sırtını bu hale getirdi. Ama Sultan Murad hiç ses etmedi. Sizler ihtişamlı kıyafet için sultana söylenirken, O Hz. Peyganbere benzemenin Saadet’ini yaşıyordu demiştir.Dini hassasiyetlere son derece riayet etmesiyle bir başka padişahımızda  Sultan Birinci Ahmed Han’dır. İstanbul’da o güne kadar görülmemiş güzellikte bir cami yaptırır. İnşaat başladığında genç sultan henüz 20 yaşındadır.

Sultan I. Ahmed Hân’ın bir sanat hârikası olan şâheser câmiinin temel atma merâsimine devrin en meş-hur meşâyıh ve âlimleri dâvet edilmişti. Temele ilk harcı koyan Azîz Mahmûd Hüdâyî oldu. Sultan I. Ahmed Han ise basit bir amele gibi o gün akşama kadar elinde kazma-kürek inşaatta çalıştı. Bu mübârek câminin mânevî husûsiyetlerine âit şöyle bir rivâyet de vardır: I. Ahmed Han, genç yaşta vefât ettikten sonra kızı Gevher Hatun, rüyâsında babasını cennette çok ihtişamlı bir mekânda görmüş. Merakla sormuş:
“–Baba, hangi amelinle bu güzel mertebeye vâsıl oldun?”
Sultan Ahmed:
“–Kızım, bu câmiyi yaptırırken sırtımda taş taşıdım! Bu ma-kâ-mı elde etmemin sebebi budur!" demiştir. Sultan Ahmed camiini ziyaret ettiğinizde birde bu kıssanın gölgesinde düşünerek ziyaret ediniz.
O gün bugündür İstanbul silûetinin ayrılmaz parçası olan, Tarihi Yarımada’daki Sultanahmet Camisi’nin açılışı (1617) münasebetiyle Sultan Birinci Ahmed, Medine-i Münevvere ve Mekke-i Mükerreme’ye hatıra hediyeler takdim etmek ister.”Sultan 1. Murad'ın isteğiyle Kabe'nin damında yer alan gümüşten mamul olugu, altın olukla değiştirtmiştir. Ayrıca, Kevkeb-i Dürrî (İncilerin Yıldızı) olarak adlandırılan 80 bin altın değerindeki bir elmas da Hücre-i Saadet’e takdim edildi. Son derece dindar olan Sultan I. Ahmed, pek çok Osmanlı padişahı gibi Mekke ve Medine’de önemli onarımlar yaptırmış, Hz. Muhammed’in (sas) kabrine ve Kâbe’ye paha biçilmez hediyeler göndermiştir. Onlardan biri de Kevkeb-i Dürri
Elması’dır. Elmas, altın bir diskin ortasında dört sıra halinde düz kesimli elmaslarla çevrili, bombeli bir yuvanın ortasında yer alıyor, 52 karatlık.

Son derece sade ve etkileyici bir tasarıma sahip olan altın plaka, Sultan I. Ahmed tarafından yaptırılmış. Mihrap biçimindeki altın plakanın üst kısmında sülüs hatla ‘Şefaat ya Resulallah şefaat, Sultan Ahmed bin Mehmed Han’ yazısı bulunuyor. Diskin alt kenarındaki yarım şemsenin içinde de ‘Sultan Ahmed Han İbn Sultan Mehmed Han sene 1022 (1613)’ yazılı. asırlar boyu Medine’de Hazreti Peygamber’in kabrinde asılı olan elmas, I. Dünya Savaşı sırasında Fahreddin Paşa tarafından Medine’den İstanbul’a gönderilen eserler arasında yer alıyor. Şah İsmail’in Maşrapası 1514’teki Çaldıran Meydan Muharebesi ve Zaferi’nin ardından Yavuz Sultan Selim’in İstanbul’a getirdiği ganimetlerden biri.
Herat taşı adı verilen siyah bir taştan oyma tekniğiyle yapılan maşrapanın üzerindeki desenler altın kakma. Boyun etrafında yine altın kakma olarak, hatla ‘es-Sultan el-dil el-Kâmil el-Hâdi el-Veli Ebu el-Muzaffer Şah İsmail Bahadur Han el-Safevî halledallahû tealâ mülkehu ve sultanehu’ yazılı. Ejder şeklindeki gümüş kulpunda ise mine tekniğiyle yapılmış süslemeler var.Elmasın Nûr Sûresi’nin 35. âyetinden esinlenerek yapıldığı rivâyet edilir.

 

 

 

Kevkeb-i Dürri

 

Osmanlı padişahlarına olan sevgi ve hürmetin, eski yıllara göre arttığı bir zaman dilimindeyiz elhamdulillah. Düşünün lütfen, hangi mantık sizi padişah türbelerine gitmekten alıkoyabilir. Hangi zihniyet türbe kapılarına asma kilit taktırır. Hangi zihniyet ezandan rahatsız olur da, aslını terk ettirir. Bunları yaşadı bu ülke. Binlerce sarıklı mücahidi astılar, şapka takmadıkları için bir şehri bombalattılar bu ülkede.

Ama ne yaptılarsa silemediler bu milletin gönlünden Osmanlı sevgisini. Silemeyeceklerde. Bugün yoldan beş-on kişiyi çevirseniz ve sorsanız, size en azından bir Kanuni, bir Abdülhamid, bir Fatih diyecektir. Alimler diyor ki, "Men Zahle sultana vilayetini, La Zahle sultanı faziletini", "Osmanlı padişahları vilayetlerin sultanlığını kaybetmiş olabilir ama Gönüller’in sultanlığında yerleri bakidir."

Sultan Üçüncü Murad Han ihtişamlı kaftanlar giyerdi. Dedesi Kanuni Sultan Süleyman gibi. Vefat ettiğinde yıkamak için sırtını açtıklarında kocaman boyutlarda nasırlar gördüler. Padişahın bu nasırlar ile yürümesi bile mümkün değildi. Sırrını müsahibi anlattı. Hünkârım Hz Peyganbere âşıktı. Efendimizin keçi kılından yapılmıış bir hırkası vardı. Padişah Efendimiz de Resulullah’a benzemek için aynı hırkadan kendine yaptırmıştı. Hırka sırtını bu hale getirdi. Ama Sultan Murad hiç ses etmedi. Sizler ihtişamlı kıyafet için sultana söylenirken, O Hz. Peyganbere benzemenin Saadet’ini yaşıyordu demiştir.Dini hassasiyetlere son derece riayet etmesiyle bir başka padişahımızda Sultan Birinci Ahmed Han’dır. İstanbul’da o güne kadar görülmemiş güzellikte bir cami yaptırır. İnşaat başladığında genç sultan henüz 20 yaşındadır.

Sultan I. Ahmed Hân’ın bir sanat hârikası olan şâheser câmiinin temel atma merâsimine devrin en meş-hur meşâyıh ve âlimleri dâvet edilmişti. Temele ilk harcı koyan Azîz Mahmûd Hüdâyî oldu. Sultan I. Ahmed Han ise basit bir amele gibi o gün akşama kadar elinde kazma-kürek inşaatta çalıştı. Bu mübârek câminin mânevî husûsiyetlerine âit şöyle bir rivâyet de vardır: I. Ahmed Han, genç yaşta vefât ettikten sonra kızı Gevher Hatun, rüyâsında babasını cennette çok ihtişamlı bir mekânda görmüş. Merakla sormuş:

“–Baba, hangi amelinle bu güzel mertebeye vâsıl oldun?”

Sultan Ahmed:

“–Kızım, bu câmiyi yaptırırken sırtımda taş taşıdım! Bu ma-kâ-mı elde etmemin sebebi budur!" demiştir. Sultan Ahmed camiini ziyaret ettiğinizde birde bu kıssanın gölgesinde düşünerek ziyaret ediniz.

O gün bugündür İstanbul silûetinin ayrılmaz parçası olan, Tarihi Yarımada’daki Sultanahmet Camisi’nin açılışı (1617) münasebetiyle Sultan Birinci Ahmed, Medine-i Münevvere ve Mekke-i Mükerreme’ye hatıra hediyeler takdim etmek ister.”Sultan 1. Murad'ın isteğiyle Kabe'nin damında yer alan gümüşten mamul olugu, altın olukla değiştirtmiştir. Ayrıca, Kevkeb-i Dürrî (İncilerin Yıldızı) olarak adlandırılan 80 bin altın değerindeki bir elmas da Hücre-i Saadet’e takdim edildi. Son derece dindar olan Sultan I. Ahmed, pek çok Osmanlı padişahı gibi Mekke ve Medine’de önemli onarımlar yaptırmış, Hz. Muhammed’in (sas) kabrine ve Kâbe’ye paha biçilmez hediyeler göndermiştir. Onlardan biri de Kevkeb-i Dürri

Elması’dır. Elmas, altın bir diskin ortasında dört sıra halinde düz kesimli elmaslarla çevrili, bombeli bir yuvanın ortasında yer alıyor, 52 karatlık.

Son derece sade ve etkileyici bir tasarıma sahip olan altın plaka, Sultan I. Ahmed tarafından yaptırılmış. Mihrap biçimindeki altın plakanın üst kısmında sülüs hatla ‘Şefaat ya Resulallah şefaat, Sultan Ahmed bin Mehmed Han’ yazısı bulunuyor. Diskin alt kenarındaki yarım şemsenin içinde de ‘Sultan Ahmed Han İbn Sultan Mehmed Han sene 1022 (1613)’ yazılı. asırlar boyu Medine’de Hazreti Peygamber’in kabrinde asılı olan elmas, I. Dünya Savaşı sırasında Fahreddin Paşa tarafından Medine’den İstanbul’a gönderilen eserler arasında yer alıyor. Şah İsmail’in Maşrapası 1514’teki Çaldıran Meydan Muharebesi ve Zaferi’nin ardından Yavuz Sultan Selim’in İstanbul’a getirdiği ganimetlerden biri.

Herat taşı adı verilen siyah bir taştan oyma tekniğiyle yapılan maşrapanın üzerindeki desenler altın kakma. Boyun etrafında yine altın kakma olarak, hatla ‘es-Sultan el-dil el-Kâmil el-Hâdi el-Veli Ebu el-Muzaffer Şah İsmail Bahadur Han el-Safevî halledallahû tealâ mülkehu ve sultanehu’ yazılı. Ejder şeklindeki gümüş kulpunda ise mine tekniğiyle yapılmış süslemeler var.

Elmasın Nûr Sûresi’nin 35. âyetinden esinlenerek yapıldığı rivâyet edilir.